martes, 17 de mayo de 2011

Alef -parça- (versión turca)

Hikâyemin tarif edilemez parçasına geldim. Ve işte bir yazar olarak umutsuzluğumun başladığı an. Tüm diller onu kullanan insanlar tarafından paylaşılmış bir geçmiş olduğu varsayılan semboller kümesidir. O zaman ben nasıl sınırsız Aleph’in kelimelerini çevirebilirim zihnimin bataklıklarını sarmışken bu kelimeler. Gizemler de aynı problemle karşılaştı yani sembollerin gerisinde kaldı: Tanrı’nın varlığını göstermek için bir Pers Alanus de Insulis adında bir kuştan bahseder –ki aslında herhangi bir kuştur- . Merkezi her yerde olan çevresi hiçbir yerde olmayan bir küredir; Ezekiel 4 suratlı melek aynı anda hem güneye hem kuzeye hem batıya hem doğuya hareket eder. (Hepsinin Aleph ile bir bağlantısı olduğu için bunları anlatıyorum) Belki de tanrılar beni benzer bir metafora bahşederler, fakat o vakit bu hesaplaşma edebiyat ve kurgu tarafından kirletilmiş olur. Gerçekten, ne yapmak istediğim imkânsız. Bu yalnız dev anda milyonlarca kâh harika kâh berbat oyunlar gördüm; ancak hiçbiri beni uzayda aynı noktayı tekrarlamadan ve yalın bir şekilde işaret etmeleri dışında etkileyemedi. Gözlerimin gördüğü aniydi, ama şimdi benim yazacağım başarılı olacak çünkü dil başarılıdır. Bununla birlikte her şeyi hatırlatmaya çalışacağım.

Adımın gerisinde sağa doğru, dayanılmaz derecede güzel renk değiştiren bir küre gördüm. İlk başta dönmekte olduğunu düşündüm ama sonra fark ettim ki baş döndüren bir dünyanın sekmesi ile gerçekleşen bir illüzyondan ibaretti. Aleph’in çapı belki de 1 inçten biraz fazlaydı ama tüm uzay oradaydı, tüm gerçekliği ile sınırsız bir şekilde. Her şey(bir aynanın yüzü diyelim)  sonsuz şeylerden oluşmaktaydı, çünkü evrenin farklı açılarından farklı şekillerde görebiliyordum. Denizi, ufku ve gündoğumunu görüyordum. Amerika’nın yığınlarını görüyordum, siyah bir piramidin ortasında gümüşten bir örümcek ağı görüyordum, bir kırık labirent görüyordum (ki bu Londra’ydı), yakından sonsuz gözlerin kendilerini benim içimden bir aynada gördüğünü gördüm. Yeryüzündeki bütün aynaları gördüm ama hiçbiri beni yansıtmadı. Soler Sokağı’nın arka bahçesinde tam 30 sene önce Fray Bentos’un girişinde gördüğüm fayansların aynısı gördüm. Bir sürü, üzüm, kar, tütün, buhar ve metal parçaları gördüm. Ekvatoral dışbükey çöller gördüm ve onların her birindeki kum tanelerini.  Inverness’ta hiçbir zaman unutmayacağım bir kadın gördüm, onun dalgalı saçlarını, uzun siluetini; göğsünde kanseri gördüm. Önceden bir ağacın olduğu kaldırımda pişmiş çamur halkası gördüm. Adrogue’da bir yazlık gördüm ve de Pliny’nin –Philemon Hollands’ın- ilk İngilizce kopyasını gördüm ve aynı zamanda her sayfasında bir mektup gördüm( çocukken kapalı kitapların içindeki mektupları hep hayretle ve endişe içerisinde incelerdim). Bengal’deki bir gülün rengini yansıtan bir günbatımını gördüm Queretaro’da. Boş yatak odamı gördüm. Alkmaar’da iki aynanın arasında sonsuz görüntü oluşturan bir yerküre gördüm. Şafakta Caspian Denizi’nin kıyılarında durmadan yol alan atlar gördüm. Bir eli tamamen yansıtan bir kemik parçası gördüm. Posta kartı yollayan savaştan kurtulmuş insanları gördüm. Mirzapur’da bir vitrinde bir deste İspanyol oyun kartı gördüm. Yeşil bir evin tabanında değişen şekilleri ile gölgeler gördüm. Aslanlar gördüm, silahlar gördüm, bizonlar gördüm, ordular gördüm. Yeryüzündeki bütün karıncaları gördüm. Bir Pers usturlabı gördüm. Bir yazı masasının çekmecesinde (ve el yazısı beni  büyülemişti.) inanılmaz, müstehcen, detaylı mektuplar gördüm ki Beatriz Carlos Argentina’ya bunları yazmıştı. Chacarita mezarlığında ibadet ettiğim bir anıtı gördüm. Beatriz Veterbo’nun parçalanmış deforme olmuş parçalarını gördüm. Kendi kara kanımın dolaşımını gördüm. Aşkı ve ölümün modifikasyonunu gördüm. Aleph’i her noktadan ve her açıdan gördüm, ve Aleph’in içinde dünyayı, dünyanın içinde Aleph’i gördüm. Kendi suratımı ve bağırsaklarımı gördüm. Senin suratını gördüm ve bocaladım, başım döndü çünkü gözlerim o sırrı ve varsayılan objeyi görmüştü ki bunun adı her ne kadar bütün insanlar için aynı olsa da hiç kimse farkında değildi aynı isime sahip olduğunun bu objenin:  tarif edilemez evren.


İngilizceden Türkçeye çeviren Mert Can Sarayköy, Ağustos 2011.
Traducido del inglés al turco por Mert Can Saraykoy, agosto de 2011.



Leído por Sefa Hyale en Estambul (Turquía), el 13 de diciembre de 2018.

-----------------------------------------------------------------------------

Şimdi öykümün anlatılması, aktarılması olanaksız olanaksız özüne geliyorum. Ve bir yazar olarak çıkmazım da bu noktada başlıyor. Dil tümüyle bir simgeler dizgesidir, bu dizgenin o dili konuşanlar tarafından kullanılması ortak bir geçmise dayanır. Ama eğer öyleyse, ben, zihnimin bütün çabalarına rağmen tümünü kavrayamadığım sınırsız Alef’i sözcüklere nasıl çevirebilirim? Aynı sorunla karşı karşıya kalan mistikler, simgelerden medet ummuşlar: O İranlı, nasılsa aynı anda bütün kuşlar birden olabilen bir kuştan; Alanus de Insulis, merkezi her yerde ve çevresi hiçbir yerde olmayan bir küreden; Ezekiel aynı anda doğuya ve batıya, kuzeye ve güneye doğru hareket edebilen dört suratlı bir melekten söz etmişler. (Bu inanılmaz benzetmeleri boşuna saymıyorum, hepsinin Alef’le bir bağlatısı var.) Belki Tanrılar bana da böyle bir benzetme simgesi bahşeder ama o zaman da şu anlattığıma gene uydurmacılık, edebiyat bulaşmış olacak. Yapmak istediğim şey gerçekten de olanak dışı. Çünkü sonsuza kadar giden bir dizinin birimlerini sıralamak olanaksız. Ben, bir tek dev saniye içinde hem fevkalade hem korkunç olan milyonlarca eylem gördüm; hiçbiri de beni, hepsi mekânda aynı noktayı kapladıkları halde, birbirlerini gölgelememeleri, örtmemeleri kadar etkilemedi. Gözlerimin yakaladığı şey eşmekânlıydı ve eşzamanlıydı ama şimdi yazacaklaım zaman içinde sıralanacak, çünkü dil sıralayıcıdır.

Ne olursa olsun, hatırlayabildiğim kadarını aktarmayı deneyeceğim.

Basamağın arka kısmında, sağa doğru, neredeyse dayanılmaz bir parlaklıkta, gökkuşağının tüm renklerini içeren bir çember gördüm. Önce döndüğünü sandım ama sonra bu titreşimin, kapsadığı dünyanın sersemleticiliğinden gerlen bir yanıglı olduğunu anladım. Alef’in çapı herhalde birkaç santimden fazla değildi ama tüm âlem gerçekten ve eksiksiz olarak içindeydi. Her şey (sözgelimi bir aynanın yüzü) sonsuzdu; çünkü her şey evrendeki her açıdan açıkça görebiliyordum. Denizin dalgalanışını gördüm, günün doğuşunu, günün batışını gördüm; Amerika’daki insan yığınlarını gördüm; siyah bir piramidin ortasındakı  gümüş rengi örümcek ağını gördüm; parçalanmış bir labirent gördüm, (bu Londra’ydı); bitmez tükenmez sayıda gözün, bir aynaya bakar gibi bende kendilerine baktıklarını gördüm; yeryüzündeki bütün aynaları gördüm ve hiçbiri beni yansıtmıyordu; Soler Sokağı’ndaki bir arka avluda atuz yil önce Frey Bentos’taki bir evin girişinde gördüğüm yer çinilerinin aynılarını gördüm; üzüm salkımları, kar yığınları, tütün, maden damarları, buhar gördüm; tümseklerle dolu ekavator çöllerini ve hepsindeki kum taneciklerini teker teker gördüm; Inverness’te hiçbir zaman unutamayacağım bir kadın gördüm; dağınık saçlarını, uzun endamını gördüm; göğsündeki kanseri gördüm, eskiden orada bir ağaç vardı; Adrogue’de bir yazlık ev gördüm; Plinius’un ilk İngilizce çevirisinin bir kopyasını gördüm – Philemon Holland’ın yaptığı – ve aynı zamanda her sayfadaki her harfi gördüm (çocukken kapalı bir kitabın içindeki harflerin nasıl birbirine karışmadığına, bir gecede kaybolup gitmediğine şaşırırdım); geceyi ve gündüzü aynı anda gördüm; Queretaro’daki bir günbatımını gördüm, Bengal’deki bir gülün rengini yansıtır gibiydi; boş yatak odamı gördüm; Alkmaar’da küçük bir odada iki ayna arasında duran bir küre gördüm, aynalar küreyi sonsuz sayıda çoğaltıyorlardı; Hazar Denizi’nin bir kıyısında akşamüstü yeleleri uçuşan atlar gördüm; bir elin enfes kemik yapısını gördüm; bir savaştan çıkan gazilerin evlerine resimli kartlar pstaladıklarını gördüm; Mirzapur’da bir vitrinde bir deste İspanyol oyun kâğıdı gördüm; bir limonluğun zeminine eğrelti otlarının gölgesinin vurduğunu gördüm; kaplandlar, pitonlar, bizonlar, gelgitler, ordular gördüm; yersüzündeki bütün karıncaları gördüm; İran yapımı bir usturlap gördüm; bir yazı masasının çekmecesinde (ve el yazısı içimi titretti) Beatriz’in Carlos Argentino’ya yazdığı inanılmaz, müstehcen, ayrıntılı mektupları gördüm; Chacarita Mezarlığı’nda bulunan çok beğendiğim bir anıtı gördüm; bir zamanlar o eşsiz Beatriz Viterbo olan çürümüş kemikleri ve tozu gördüm; kendi koyu kanımım dolaşımını gördüm; aşkın birleştiriciliğini ve ölümün değiştiriciliğini gördüm; Alef’i her noktadan ve her açıdan gördüm; Alef’te dünyayı, dünyada Alefi gördüm; kendi yüzümü ve kendi barsaklarımı gördüm; senin yüzünü gördüm; sersemledim ve ağladım; çünkü gözlerim herkesin adını bildiği ve kimsenin bakamadığı o gizli ve ancak tahmin edilebilecek şeyi – tasavvur edilemez âlemi görmüşlerdi.





Jorge Luis Borges. Alef, İletisim Yayıncılık, İstambul, 2018, sayfa 188-190.


Jorge Luis Borges. El Aleph, Publicaciones de Comunicación, Estambul, 2018, páginas 188-190.

No hay comentarios:

Publicar un comentario